20 Şubat 2013 Çarşamba

bebekle başka semalar - ilk diş

Kolay oldu mu? Kesinlikle hayır! Yurt dışına çıkmaya karar vermemiz birkaç ayımızı aldı dersem yalan olmaz. Gidilmesi gereken toplantıyı neredeyse hamileliğimde biliyorduk. Babasıyla birlikte, nasıl bir naiflikle bebeği doğurduktan sonra 6. ay civarlarında ikimizin 3-4 günlüğüne bir yere gidebileceğimizi düşündük bilemiyorum. Hadi bende hormonlar hamile kafası beyimin nesi vardı bilemiyorum. Hoş yalan demeyeyim o da geçen ayların sonlarına doğru bu geziyi unutmam için bahsetmez olmuştu.

Benim kafa bi milyon hayal kuruyordum, kızım 6 aylık zaten oturuyor olur!!! Ek gıdaya başlamış olur (benim için başlamak bebeğin sabah öğlen akşam köfteler hünkar beğendiler yiyecek falan sanıyordum)!!!!Annemlere bırakırım elbet anneannesinde kalacak erken başlar (bırakabilirim sanıyordum, anneme gündüz bile bırakırken bir saat için on tembihte bulunuyorum gece nasıl durabilirdim acaba)!!!

Pediatrist ve psikolog özellikle bu aylarda geceleri anneden ayrı kalmaması gerektiğini söyledi, ayrılık korkusunun derinleştiği bir dönemde yanında bir kaç gece olmamam onu sıkıntıya sokabilirmiş. Bir de katı gıda dediğimizin bir yoğurttan ibaret olduğunu bilememişim, ben vazgeçtim gidemem zaten dedim. Ama sonra dayım ve yine psikolog neden maaile gitmediğimizi, böyle birlikte bir yurt dışı tatilinin hepimizi mutlu edebileceğini söyleyerek bir anda bambaşka bir pencere açtı.

Bunu uzuncaaa bir süre düşündük, olabilirdi, güzel de olurdu. Böyle bir fırsat her zaman ele geçmezdi ben zaten hala işe başlamamıştım, herkes büyüyünce bunun daha zor olabileceğini söyleyip duruyordu. Biz yuvarlayıp bari bir hafta yapalım diye düşündük. Tabi maddi boyutu kafamızda evirdik çevirdik. Gene katlanmamız gereken bir bedel olarak hem maddi tarafını hem de yaşayabileceğimiz zorlukları göze alarak gitmeye karar verdik.

Asıl karar vermesi gereken ben oluyordum, son zamanlarda biraz huysuzluk çökmüştü, geceleri daha fazla uyanmaya başlar uykusuna zor dalar olmuştu. Zorluk her yerde zorluk dedim bende, eğer istediğim buysa her zaman her şeyden korkmamayı öğrenmem gerekirdi. Bazen sırf bu itme gücüyle kızımı gezmeye çıkartıyorum. Yoksa evde kalmak hep daha kolay geliyor. Ama dışarı çıkmanın, hava almanın (avmlerden bahsetmiyorum, avmler doğal olarak herkesin işine daha rahat geliyor. açık havayı kast ediyorum) bana iyi geleceği kesin kızıma iyi geleceği daha da kesin. Doktorumuza soğuk havalarda dışarı çıkarmamızda sorun var mı diye sormuştum mesela, bana "aksine çocukların her gün çıkmasının onlara daha yararlı olduğunu düşünüyoruz" demişti. Böylelikle temiz hava alıyor, sakinleşiyor, evde kalmaktan sıkıldığını çok açık görebiliyorum. Ne zaman çıkarsan kıyafetini nasıl yaparım, ne yiyecek almalıyım, hava da soğuk falan diye düşünmeye başlasam, hayır bunları engel diye çıkarırsam hiç bir zaman aşamam diyerek bi kuvvet öyle ya da böyle çıkayım diye kendime cesaret veriyorum. Bu sefer tabi çıkmaktan kastım daha büyük boyutta oldu, yurdum sınırları dışına çıktım. Ayarı tam koyamamışım =)

Bu sefer THY yerine Lufthansa'yla uçtuk. Yine o korkunç ilkel çocuk kemeri vardı ama neyse ki 6. aydan itibaren kucağımda oturtmaya başladığım için bir önceki uçuştan daha rahat geçti. Oturtma kısmı rahat oldu ama bu sefer uçuş daha uzun sürüyordu ve kızım artık 3 aylık değil 6 aylıktı. Lufthansa maalesef THY gibi bebek arabası için büyük poşetler vermiyor, yine uçağın kapısında görevliye veriyoruz, onlar da öylece alıp alttaki kargoya taşıyorlar ve tabi sağa sola atıldığından gayet pisleniyor. Bir de üstüne pervaneli uçakla aktarmalı bir uçuşumuz daha vardı. O daracık yerde kucakta çocukla bir iki saat otuz dakikalık bir de üstüne pırpırla bir saat uçuş yapmak kolay olmadı. Neyse ki giderken yanımızda oturan anlayışlı beyefendi arkada boş yer varsa geçmek istediğini, bebeğin rahat uyuyamadığını söyledi. O geçince kızımı aradaki koltuğa yatırdık. Gidişte ve dönüşte biraz daha mızmızlandı az az ağladı, kalkmak istedi meraklandı, çevreye bakmaya çalıştı ama yine de kalkışlarda ve inişte emerek rahatladı. Pırpırda ise gürültüden ve dışarıdaki rüzgara rağmen içerideki nemli sıcak havadan başta rahatsız olsa da alıştı.

İki farklı ülkede kaldık. Bunların arasında bir de tren kullandık 2 saatlik. Kaldığımız iki otelde de "baby court" vardı. Şehir bazında incelemek gerekirse Lüxemburg ve Paris'e gittik. Bebekle Lüxemburg ve bebekle Paris seçeneklerinden kesinlikle ilkini tercih ederim. Vadisine rağmen daha medeni ve daha düzenliydi Lüxemburg. Oradaki otelde özellikle odamızı giriş katından verdiler ve gram merdivenle, kaldırımdan hoplatmayla uğraşmadan tüm şehri dolaşabiliyordum. Son gün wrapime sarıp kızımı, bir de turistik mini şehiriçi tur trenciğiyle şehri bile gezdim. Her yer tekerleklere göre düzenlenmişti ve dolaşırken her hangi bir sıkıntım olmadı. Hava ve otel alıştığımızdan biraz soğuktu. Kara Avrupası soğuğu beni hep çarpar hele şehrin içinden nehir vs. geçiyorsa. Ama kızımı hasta edecek şeyin mikrop ve tam tersine terlemek olduğunu düşünüyorum. Battaniyelerini üzerine örtüp, cam tarafına yakın kenardan havayı kesmek için de havlu serip mümkün olduğunca korumaya çalıştım. Asıl sorun odada kaldığımzı süre içinde kesinlikle durmaması ama odadan dışarı adım atar atmaz soğuğa aldırmadan çevresindeki ağaçları insanları seyretmesiydi. Sorun diyorum çünkü çok huzursuz ve mutsuzdu odada, canının yandığını fark ettim ve doktorunun söylediği dişleri geliyor lafı kulaklarımda çınladı. E be güzel kızım, diş çıkarmak için buralara gelmeyi mi beklemiştin.

Tren hususunda pek sıkıntı yaşamadık, genelde uydu zaten tıngır mıngır giderken. Elin ecnebisi trene bile bebek bakım odacığı yerleştirmiş ben koca kurumda süt sağmak için fellik fellik boş oda arıyorum yaleppiim.

Paris kısmı daha sancılıydı, daha önce kısa dönem orada yaşadığımdan neyse ki duruma hazırlıklıydım. Yine de tek kişinin sığabileceği asansör, daracık kaldırımlar ve en korkuncu küçük metro duraklarındaki çıkılması gereken yüzlerce merdiven. O bebek arabasını indirmemek için neredeyse her yere yürüdük. Tabi yağmur da Lüxemburg'daki gibi medeni medeni yağıp durup sakinleşmiyordu Paris'te. Yağmurun çamura karıştığı bir akşam mesela bizimki "emicem" diye Eiffelin altında çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Yağmurdan korunacak ve saklanacak bir yer bulamayınca büfenin arkasında ayakta emzirmek zorunda kaldım saçlarımdan şıp şıp sular damlarken. Diş çıkarırken damağını kaşımak için, sakinleşmek için, acısını azaltmak bazen kendini güvende hissetmek için hep emmek istedi. Aslında istedi ama inatla ememedi. Yani emmek için ağlıyor ama kesinlikle memeyi almıyordu. Dolaşa dolaşa emzirdim bir kaç hafta rahatlasın diye. Doktorumuz diş çıkarırken kullanılan jellerin yutulduğunu, düşük  ölçek Calpol vermemizin daha iyi olacağını söylemişti.Zaten söylenen jelin de Türkiye'de artık satılmıyordu. Sonunda bir Fransız restaurant sahibi, beklenilmeyecek sıcak davranışlarla kızımızla ilgilendi ve kendi kızından edindiği tecrübeyle Dolodent diye bir jel önerdi. Valla şu an yalvarsan ağzını açmaz ama o zamanlar dişini kaşıyarak masaj yaparak günde üç kez mırıl mırıl sürdürdü jeli. Biz de nispeten rahatladık. Paris'te ilk dişini kesti zaten alttan çıkan ilk dişinin yanındaki ekürisi akabinde çıkıverdi. Anladığım şey dişleri diş etlerini kesip uç gösterdikten sonra o sancılı sürece bir süre ara verilmiş oldu, keyfi yerine geldi.


Ancak katı gıdaya geçiş bizde biraz sancılı oldu, hele böyle bir değişimde o yoğurtcuğu bile kesinlikle kabul etmedi. Benim saç baş yoğurt kalıntısı beyaz beyaz dolaşıyordum.Gitmeden bir hafta önce başlamıştık sadece yoğurda, onu da akrobasiyle iki kaşık yerse biz parendelere devam ediyorduk mutluluktan. Oralarda bir de sıcak süt rica edip kendim yoğurtlar yapmaya kastım. Nuh dedi peygamber demedi, yemedi. Biraz aksadı ek gıda macerası.

Gereksiz bir korkuyla kızıma bir ufak bavul içinde bir ton kıyafet almışım. N'aparım oralarda! (Allahın dağına gidiyorum ya!!) Ya üstüne bir şey dökerse ya işerse kakasını yaparsa falan gibi durumlarda manyak tedbirli oalcağım diye fazla fazla götürmüştüm. Sonuçta bavulun 2/3 tertemiz kıyafetlerle geri döndüm. Ayrıca elimde iki sıkıverirdim ki zaten üzerinden çıkardığını bile hemen elimde yıkıyordum. Bize bavul, sırt çantası, kıza bavul bir de bebek arabası zor oldu. Şimdi gitsem Bize bir sırt çantası kıza sırt çantası ya da çekçekli tek bavul alırım başka bişicik de almam. Kan ter içinde köylü köylü bir ton eşyayla bu tatili tamamladık. Çok şükür az çarpıldık ama güzeldi, yapılabiliyormuş dedik. Herkesin hakkı varmış yalnız, böyle emeklemiyorken, farkında değilken, ilk zamanlarda gezin tozun demişlerdi.İlk 6 ayda böyle yerlere gitmek çok daha kolay eğer gaz sancılı, fiziksel sıkıntı yaşayan, kolik vs bir bebeğiniz yoksa. Çünkü biz 6 aydan sonra aşağı doğru yuvarlanmaya başladık. Şimdi saçlar diken diken ikimizde de zapt edemiyoruz, dur-sustan anlayacak yaşta da değil kirpim, başkalarını azami rahatsız etmeden zor geçerdi böyle bir gezi.



9 Şubat 2013 Cumartesi

popoda kumlar

Bu bir geziler bütünü yazısıdır-yaz tatil(ler)i

Yaniiiiii, şimdi ankara'nın kuru havasındayım, gidecek yerler kısıtlı ve pek de ilgi çekici değil, haydi bunları heeep geçtim asıl doğum iznindeyim. İzindeyim yahu izin, yazın tatile gitmeyecektim de ya ne yapacaktım?!

eee peki alıp küçük üzüm saçlı üzüm gözlü kirpimi tek başıma kendimi tatil beldelerine vuracak değildim. Yandaşlar bulmalıydım, çoğul olmalıydılar çünkü beyim de benim gibi doğum izninde değildi ve kısıtlıydı izin durumu. Tabi ki vefakar cefakar (doğu lisesi diyesim geldi, üniversiteyi bitirip hala çizgi film izlersem kant yerine böyle şakacı andy'e gönderme yaparım anca) anacımla bir tatil daha yapacaktım.

Annecim sağolsun üç aylık kızımla beni güzel bir otelde süper bir haftalık tatile götürdü. Tatil kulağa güzel gelse de gözüme korkunç geliyordu. Güvenli evimden ayrılıp nasıl tepki vereceğini bilemediğim bebişimle yabancıların arasına karışacaktık. Bildiğim düzenden çıkacaktım ve ne olursa olsun düzenim değiştiğinden zorlanacaktım. Yani evet tatil fikri harikaydı ama bir de ben topaç gibiydim. En zor kısım içine girebileceğim beni deniz analarından ayıracak bir mayo bulmaktı. Kendime hep anayım ben annnnaaaaaa dabi dobaç gibin olacağııımm diye telkinlerde bulundum.

Önce kısa bir uçak yolculuğu yaptık, sonra da otelimize yerleştik. Ben daha otel rezervasyonunu yaptırırken bebek yatağı olacağını özellikle belirtip gitmeden önce de teyit aldım. Sonradan da öğrendiğim üzere otellerin çoğunda kaliteli kalitesiz bir şekilde park yataklardan bulunuyormuş. Bücürük ortama uyum sağlamakta pek gecikmedi. Sonuçta deniz havası, tatlı bir esinti, alması gereken d vitamini ve deniz!

Deniz tatiline gitmeden önce belirli şeyler aldım yanıma, öncelikle güneş kremi. Zaten güneşe çıktığı anda tatil matil demeden sürmem gereken bir şey güneş koruyucu. Ben sebamed ürünlerini almıştım. Hem sürülen hem de püskürtmelisini. Güneşe çıkmadan en az 20 dakika önce vücudunun her yerine sürüyordum.


Denize çıplak girmesi fikri hiç hoşuma gitmedi, ama öyle ıslak kalacak mayolardan da almak istemiyordum. Deniz kenarında oynayacak kadar büyük olduğunda tüm çirkinliğini göze alarak ultra viole ışınlardan koruyan uzun kollu tuhaf şeylerden almayı planlıyorum. Ben suya girmeye imkan veren huggies little swimmers bezlerden ve büyükçe bir kaç tişörtten kombinledim kızımın plaj kıyafetlerini =D

Denize girecekse hakkıyla yapmalıydı bunu. Simit için çok küçüktü ama kucağımda ne kadar rahat edebilir bilemedim, açıkcası biraz da suyun üstünde takılsın istedim. İnternette tatil fikrini kafama koyduğumda tam da istediğim gibi bir şeyle karşılaştımm. Anlattıkları kadar abartılı olmasa da gayet işlevseldi. Bu simitimsi şeyin yapısı biraz daha farklıydı, bebeğin yürüyünce kaybettiği, suyun içinde ayaklarını kurbağalama çırparak yüzme refleksini devam ettirmesine yardımcı olduğunu belirtiliyordu. Yani bizimki bi Ye Shiwen olmadı tabi ama cidden tatlı bir su kurbağası oldu bu simitimsi şey sayesinde. Hayır simit demeye dilim varmıyo on katı pahalı olduğundan, ama beyim hehe simit yahu bu diyerek benimle az uğraşmadı.



Bunların yanında bir de decathlondan şu yüzücülerin kullandığı küçük suyu toplayan bezlerin büyüklerinden aldım. Onu da denizden çıkınca kurulamak için kullandım. Denizden çıakr çıkmaz cildi hassas olduğundan tuzlu kalmaması ve cildine zarar vermemesi için hemen ufak çaplı duş aldırıyordum.

Bunların yanı sıra tabi ki güneş için şapka, bol bol tülbent ve müslin kumaş, kısa kollu ve kolsuz tulum, akşamları için penye hırka vs. aldım. Kesinlikle olmazsa olmaz bir kaç oyuncağı vardı, tabi en sevdiği ineği bizimleydi. O inek uzunca süre favorisi oldu zaten.

Sabahları kahvaltıdan sonra bir süre, öğleden sonra da saat 4'den sonra güneş yumuşayınca deniz kenarına gidiyorduk. Güneş görmesi çok önemli bence ama en pis ve tehlikeli saatlerde üzüm saçlımı güneşin kötü ışınlarına maruz bırakmamaya özen gösteriyordum.

Deniz konusunda pek tepkisizdi. Pek algılayamadı, biraz büyük bebekler ve çocuklar seviyorlar, korkuyorlar veya rahatsız oluyorlardı ama bizimki kuzu kuzu kucağımda girdi kısa süreliğine durdu ve duş alıp deniz kenarında gölgede uyudu genelde. O saatler dışında da odada uyuyordu.

Duşu genelde kucağımızda yaptırıyorduk.

Asıl acılı süreci beyimle yaptığımız tatilde yaşadık. Yol uzundu, neredeyse bir gün boyunca arabayla gittik, virajlıydı kızım olmasa da ben ters yüz oldum. Bu sefer Ağustos başında tatile gitmiştik ve gittiğimiz iki haftanın ilkinde Datça, orada yaşayanlara göre tarihinde olmadığı kadar esintisiz, nemli ve sıcaktı. Ben sıcaktan ve kızımı klimayı minimumda kullanarak nasıl serinleteceğimi çözemediğimden kafayı çizdim. Palamutbükü'nde kaldığımız pansiyonumsu barakalar korkunçtu, 2 gün orada kalmak zorundaydık, bebek yatağı yoktu ek yatak konulmuştu ve ben bebişimi orada tek başına yatıramazdım. Baba direk sünger yatağa postalandı, hiç bir zaman birlikte uyumayı tercih etmeme rağmen yatağa enine en uca yatarak, kirpimi bir tarafı duvara gelecek şekilde uyuttum.

Odada yalnız olmadığımızı iki iri böcükten misafirlerimiz olduğunu neyse ki son sabah ayrılırken fark ettik. Deniz ne kadar güzelse kaldığımız yer o kadar kabustu. O iki gün geçmek bilmedi, neyse ki daha sonra Palamütbükü'ne göre daha sakin ve deniz olarak daha az güzel olan Ovabükü'ne geçtik. Sakinliği sevdik, kaldığımız eyre bayıldık. Uzun süredir yurt dışı misafirleri de olan Hoppala Pansiyon'da arkadaşlarımızın tavsiyesi üzerine kaldık. Tecrübeleriyle bebek yatağı bulundurmayı akıl eden bir işletmeydi hem de birden fazla. Oradaki sıkıntı çıldırtan sıcak ve nemdi. Sadece o haftanın sıfır esintiyle bu kadar nemli olduğunu sonradan öğrendik.

İkinci hafta ise Akyaka tarafına geçtik ve rüzgara, serinliğe doyduk. Kaldığımız Baga Otel hem temiz ve rahattı hem de yine bebek yatağımız hazırdı. Özellikle Akbük'de muhteşem bir denizde yüzebildik, bebişimin keyif aldığını sanıyorum. Kızım tatilden döndüğünde en çok akşam serinliğinde deniz kenarında arabasında uyumayı aradığını düşünüyorum. Bunu tüm tatillerde doyasıya yapmıştı ve keyfi pek yerindeydi. Biz hiç arabayla dolaştırarak uyutmadık, ona alışmasın istedik. Emzirdikten sonra arabasına koydğumuzda sakince kendisi uykuyadalabiliyordu. Ha şimdi durum böyle mi, deniz kenarında nasıl olur bilmiyorum ama tatilin üstünden 4 ay geçti ve evde terör estiriyor. Biz hala sallamıyoruz ancak başka yöntemleri kullanıyoruz, emzik, uyuyana kadar yanında durma gibi.

Bu tatiller dışında babasının memleketine sonra da bir kez daha annesinin memleketine gitti üzüm saçlım. Bunlardan birinde Ilgaz'a çıktık, malesef orada da bebek yatağı yoktu. Şimdi olsa ne yaparım bilemiyorum fır fır dönüyor artık ama o zaman uyurken yan destek yastığını kullanıyordum ve genelde sakince sırt üstü yatıyordu. Şu an sırt üstü yatağa bağlasam dişleriyle kemirip söker ve yüz üstü döner. Ilgaz'da dolaşırken wrapi kullandım ve kendime bağlayarak yürüyüş yaptım. Dağ havası serince olduğundan hem kızımı sıcak tuttu hem de dağ taşda bebek arabası kullanma imkansızlığını ortadan kaldırdı.

Bu tatillerin hepsinde 6 aylıktan küçüktü. Sonraki yazımda altı aylıkken ve diş çıkarırken gittiğimiz yurt dışında saçlarımın nasıl diken diken olduğunu anlatmayı planlıyorum. Haydi bakalım











8 Şubat 2013 Cuma

bebekle araba uçak


gezdik, çok gezdik. daha kızım göbükteyken gezdirmeye başladık onu. tamam gezginler misali gezmedik elbet, ama iki masabaşı memura göre, tüm ayıplayanlara rağmen içimizden geldiğince kızımız izin verdiğince gezdik.

çocuk sahibi olmada en büyük gerginliğim "çılgın hayat buraya kadarmış" mı dicem leeeeyn idi. hayatım kısıtlanacaktı, istediklerimi yapamayacak istediğim yerlere gidemeyecektim. böyle mi oldu? evet tabi ki böyle oldu! tabi ki hayatım kısıtlandı tabi ki her yere gidemedim. =)

karar verdiğim an düşünmüştüm, "ya" dedim "sanki her akşam o çılgın parti senin bu konser benim dolaşıyor musun"? hayır! makul zamanlarda gitmek için imkanların olur mu? evet neden olmasın, annemler kardeşlerim birileri bakmak muhakkak ister. peki, çocuğunla yapabileceğin şeyler yok mu? kesinlikle var. evet belirli kısıtlar içinde ama var, neden olmasın.

şimdi anadolu kültürü ve eski orta asya inanışları karışımıyla bebekler kırkında evinden çıkarılıyorlar. bu kültürler karışımı diyorum bilimsel bir veriye dayanmıyorum. Gördüğüm bir çok adet yaşadığımız toplumun birbirine geçmiş inanış ve yaşayışlarının sonucu. Ama sanırım kırk gün birilerine fazla gelmiş olmalı ki, 20 kırkı diye bir şey çıkarılmış. Bir kısım buna yarı kırkı da diyor. Bu evde bebeğiyle ne kadar mutlu olursa olsun annenin sosyal ve insanı parçasının ev dört duvarı dışında bir şeyler görme isteğini de yerine getirebildiği bir kaçış yolu oluyor. Bahar ve Mark geldiğinde biz de kızımızı onların çok sevdiği yerde sabah kalvaltısına götürdük yarı kırkında. Tabi sonra anne gezmeleri zö zö gezmeler peşi sıra geldi. Ben o zamanlar kızım hep böyle tatlı tatlı pusetinde uyuyacak sanıyordum. aaaah ne hayalperestmişim ^_^

İlk şehirler arası yolu annesinin memeleketi oldu kızımın. Karadeniz havası aldı, dedesinin mezarını ziyaret etti ve belki de o daha 8 haftalık anne karnındayken giden dedesi onu görebilmiş oldu.

Küçük meleğim ilk uzun yolunu arabayla yaptı. Daha sonra uçakta da gözlemlemlediğim akabinde tecrübe ettiğim üzere çocuklar ne akdar küçükse yolculuk o kadar kolay oluyor eğer bebişin başka bir huzursuzluğu yoksa. Kesinlikle şehir içi ve dışı arabada oto koltuğu kullanılmaması mantığını kavrayamıyorum. Bebek öncelikle daha güvenli ve ayrıca çok daha rahat ediyor.

Yolculukta önceliğimiz kızımın rahatıydı. Gak dese emzirdim, 2 saatte bir kesinlikle emzirdim. Emzirdiğim zamanlarda altını aldım, onu koltuktan kaldırıp biraz rahatlatmaya çalıştım. Küçük olduğundan arabanın hareketiyle genelde uyudu zaten


Biz haziranda havanın nispeten sıcak olduğu bir zamanda yolculuğumuzu yaptık. Daha sıcak zamanlarda da o zaman da en büyük derdim daha kendisi oturamayan kızımın sürekli yatar vaziyette koltukta oturmasıydı. Ana kucağı (oto koltuğu olarak bebeklerde kullanılan) yapısı plastik olduğundan ve genellikle hava almaya müsait olmadığından sırtı, yok yahu sadece sırtı değil saçı başı her yeri terden su içinde kalıyordu. Üst üste tülbentler, hava alsın diye müslin kumaşlar koyup, terledikçe bunları değiştirmeme rağmen çok rahatlatan çözümler bulamadım. Yine de her durumda bu ana kucakları için yapılan havlu kılıfları almakta yarar olduğunu düşünüyorum. Bazı markaların kendilerinin var bazılarına da babyjem gibi markalar uyumlularını üretiyor.  Ben hem havlu kılıf aldım hem de oto koltuğu minderi aldım. Buna rağmen tamamen sorunu ortadan kaldıramadım. Tabi benim kızımın tombiş olması ve daha alerjik olma ihtimalinden dolayı daha fazla terliyor olması (doktor terlemesine böyle bir açıklama getirmişti) mümkün.






Başka bir önemli husus da uykuya dalmadan önce veya mola yerinde ilgisini çekecek oyuncakları unutmamak gerektiği sanırım. Oyuncaklar detaylı incelenmesi gereken bir konu onu başka bir yazıyla ele almak daha iyi olur diye düşünüyorum. Oyuncak maceramız çıngıraklar ve sallanan uzaktan baktığında ilgisini çeken kıskaçlı türlerle başladı ve ben emzşkle birlikte bunları hep çantamda bulundurdum.

Bebekler genelde anne rahmindeki hareketlere benzediğinden araba sarsıntısından hoşlanıyorlar, rahatlayıp uykuya daliyorlar. Yine de uzun yol bir zaman sonra onları bunaltıyor, düz yatmak, sırtlarını ordan kaldırmak istiyorlar. Molalar vermek temel noktaların başında geliyor.

Arabayı anne kullanıyorsa ve bebek arkada çıldırmışsa işte o nokta da gerçekten kenara çekmek gerekiyor. Hiç bu kadar konsantre olamadığım bir zamanı hatırlamıyorum. İki uzun bir kısa araba yolculuğuna daha çıktı kızım. Hava daha ısındı, kızım daha büyüdü ve yolculuk biraz daha yorucu oldu. Ama oldu, sebat ettik başardık. Hele bunlardan biri Datça Palamutbükü'neydi, yol uzuuuuuuuuun ve virajlı, kirpim tombik, terli ve bunalmıştı. Dura kalka hedeflere vardık.

Gelelim uçma kısmına. Kirpim 3 aylıktı ilk uçağa bindiğimizde. Doktorumuz ve dayım iniş ve kalkışta emzirirsem geri kalan zamanda sıkıntı yaşamayacağımı söylemişlerdi. Bebeklerin östaki borusu yetişkinlere göre daha kısa olduğundan basınç onları daha çok rahatsız edermiş. Emme de yutkunma refleksini devreye soktuğundan basıncı tolere edebilirlermiş. O sırada uçaktaki en küçük bebek benimkiydi, inerken ve kalkarken emzirilmeye hiiiç hayır demedi, emdikten sonra da uyudu. 45 dakikalık bir uçuş olduğundan pek sorun çıkmadı. Ama bir çok bebek ağlıyordu, işte o zaman daha çabuk kavradım ki bebekler büyükçe zaptetmek, dikkatini dağıtmak ya da emzirmeye çalışmak daha zordu.

Bebek arabası havaalanında katlayıp xrayden geçirmek dışında hiç bir sıkıntı yaratmıyor. THY kontuarda bebek arabası için büyük poşetler veriyor. Uçağın kapısına kadar arabayla gidebiliyorsunuz, kapıda katlayıp poşete koyup görevliye veriyorsunuz. Yalnızsanız görevliden yardım alınmadan bir kolda bebek tutularak yapılamıyor, ama iki kişi gayet rahat altından kalkıyor.

Uçarken asıl yaşadığım sorun tamamen hissedemediğim kolum ve bebeğimi nasıl tutacağımdı. Uçaklardaki politikanın neden böyle olduğunu bilmiyorum ama kesinlikle puseti almadılar. 2 yaşından önce koltuk alamadığımızı öğrendim. Yani ne fazladan koltuk alabildik ne de pusetimizi yanımıza aldık.  bebeklerin 6 aydan önce oturmadıklarını hesaba katmamış olduklarını düşünüyorum hala. Tamam madem puseti uçağa almıyorlar, ki kucağımda olmasından çok daha güvenli olacağına eminim, neden ilkel yöntemlerle dandik bir kemerle kendi kemerime bebeğimi bağlamamı istiyorlar anlayamıyorum. Uçaklardaki kemer zaten göbek seviyesinde değil bel kemiğinin oralarda oluyor, ona tırt bağlanmış başka bir kemerle bebek neredeyse bacaklarımın arasına duruyordu. Kızım daha üç aylık olduğundan kucağıma oturtamıyordum sadece kemerin sağını solunu oynatıp yan yatırabilirdim. Belki bir bldikleri vardır ama ne anne için ne bebek için konforlu değildi. Uçak yolculuğu yalnızca kısa olduğundan çekilebilir oluyor. Bir uçak yazısı ve tren yazısı daha yazacağım onda 6 aylıkken yaşanan yurt dışı macerası var.

Hayatta sanırım neyi ne kadar istediğinize bağlı olarak bazı çabalar sarf ediyorsunuz, biz gezmek istedik ve bunun için katlanacaklarımızı göze aldık. Evde kalmak tabi ki daha kolaydı ama daha sıkıcıydı.

Hala otobüsü göze alamam. Çok dipdibe ve başkalarını rahatsız etmek düşüncesi bile beni çıldırtabiliyor. Keşke başka insanların rahatsız olmasından bu kadar fazla etkilenmesem, sadece çocuk konusunda değil bu hep böyle olduğundan bazen rahat hareket edemiyorum. Diğer taraftan çocuk konusunda ise, sanırım çocuksuzken maruz kaldığım başkalarının çocukları durumunu kimseye yaşatmak istemiyorum. Çocuklar sinemada olmamalı gibi beyanatlarımdan sonra hayat "haydi bakalım sahneye" dedi ya bana yapacak bişi yok. Bu sefer başkaları seyirci koltuğunda oturacak ben oynayacağım, belki kızım çok ağlarsa bir gün bir otobüs yolcuğundan, kalkıp " valla billa ne düşünüyorsunuz biliyorum, elimden gelse onu ağlatmam ama işte daralıyor, çocuk bu elimden bişi gelmez" diye beyanet verebilirim. Meğer o annelere yazıkmış, bebelerini etrafa salandardan bahsetmiyorum ha, karıştırılmasın olaylar.