16 Kasım 2012 Cuma

anakucağı (rocker-bouncer) ve emzik

bazen cidden boşuna yazdığımı düşündüğümden dönem dönem yazmayı bırakıyorum ama kocacığımın desteğiyle "tarihe not düşmek lazım" sözünü ciddiye alarak yazıyorum. gene geçmiş dönemleri gözden geçireceğim ve üniversitede her dönem "bu sefer günün günüe derslere katılıp not tutacağım" dediğim gibi bu sefer cidden kızımla ilgili gelişmeleri günü gününe yazmaya çalışacağım.

şimdi azıcık geri gidip tüm annelere tavsiye ettiğim anakucağından bahsetmek istiyorum. ben anakucağı diyorum ama teknik isminin ne olduğunu bilmiyorum. hamileliğimin üçüncü ayında çok sevdiğim arkadaşlarımdan biri bana oğlunun kullanmış olduğu ingilizcesi rocker olarak geçen hem anakucağı hem sallanan sandalye olarak kullanılabilecek olan fisher price marka bir hediye getirmişti. bu titreşim özelliği olan doğumdan itibaren kullanılabilecek bir anakucağıydı. o bana verirken böyle bir şeyin varlığından haberdar olmadıklarını yine çok yakın bir başka arkadaşımızın onlara ödünç verdiğini söylemişti. başta biraz temkinliydim. küçücük bebeği oraya otururmuş gibi yatırmak pek aklıma yatmamıştı. ama bu modelin iki aşaması var ve ilk aşamada bebek de küçük olduğundan tamamen yatar vaziyette durabiliyor. yavaş yavaş içim rahat etmeye başladı kızımı yatırırken ve sonrasında vazgeçilmezim oldu. bu alet sayesinde kızım ben hangi odadaysam benimle olabiliyordu, sürekli kucağımda bebişimin kendi ağırlığıyla, benim taşımamla sağı solunun incinmesini engelliyordu, kucağa alışmıyordu ama benim onun yanında olduğumu hissedebiliyordu. incinme konusunu sonrasında kayınvalidem "yazık bu bebeklere üzülüyorum kucağımızda taşımaya çalışırken koltuk altlarından tuta tuta sağını solunu kızartıyoruz" demesiyle fark ettim.

iki aylık civarındayken kuzenime ziyarete gittiğimizde o sırada 10 aylık olan kızının anakucağını bize devretti. sağdan soldan verilen destekler hem bizi mutlu ediyor hem de işimize geliyordu. Kızlarının kilosu artık bu bouncer tarzı anakucağına fazla geldiğinden bize verdiler. her yere yanlarında götürdüklerinden, aylar geçtikçe daha rahat ettiğinden bahsettiler.

kızım hemen sevdi, hem de ilkinden daha çok sevdi bu ikinci anakucağını. minik hareketlerle kendini de sallayabiliyordu. 3 aylık olduğunda yanlarından takılan ve göz hizasına gelen oyuncakları dikkatini çekmeye başladı. önceleri onalra uzun uzun bakardı. sonra onlara dokunmaya çalıştı, hafif yumruklar atıyor onlara gülümsüyordu. emzirdikten sonra ona yatırıyordum, açılı olduğundan reflü sıkıntısını da minimuma indiriyordu.

ilk uzun yol yolculuğumuzda büyük bir cehaletle demonte etmeden yanımızda götürdük, daha sonra vidalarından sökülebildiğini fark ettim ve çok daha rahat taşınır oldu. sadece yolculuklara değil akşam ziyaretlerinde, annemle geçirdiğim bir hafta sonunda hep yanımdaydı. oturma aşamasına kadar elim kolum oldu. bir zaman sonra oyuncaklarını tutabilir vaziyete geldi. oturttuktan sonra oyuncağını takacağımı anladığında heycandan ayaklarını ellerini oynatıyordu. hem bizimle duruyordu hem de kucağa alışmıyordu. kucağıma almayı elbette seviyordum, ama kendine yetebilmesi benim için önemli. tabi biraz ağır bir bebek olduğundan uzun süre taşımak pek kolay olmuyordu. şimdi eskisi kadar sık kullanmasamda ikinci bouncer diğerine göre daha kısıtlı süre için kullanılabildiğinden ilkini daha çok sever oldu. zaten miyadı dolmak üzere ikinci bouncer tipi olanın. kilosu kullanım sınırına yaklaştı. yine de ek gıdaya geçtiğimde oturamadığından, ben de kucağımda yedirmeye çalışarak ikimizi de zorlayacak  bir şey yapmak istemediğimden genelde daha dik oturtarak pürelerini bunlarda yedirdim. sanırım çocuk malzemeleri içinde vazgeçilmezim bunlar oldu.

diğer vazgeçilmezim de emzik! çocuk denilen şey ezber bozmak için varmış. asla emzik vermem diyordum hamileyken. annesinin bırakması çok zor olmuşken kızı farklı olamazdı. diş yapısını bozar, konuşmasını engellerdi. istemiyordum. ama küçük kirpim emme refleksi çok olan bir bebekti. evet emzik almıyordu çünkü onun kanlı canlı bir emziği vardı; ben!!! sürekli emmek istiyordu, süt için değil öylesine emmek. doktor olan dayım da emerek gazını daha rahat çıkaracağını söylemişti, emecek süt olmayacak ama emme hareketiyle gaz çıkarması teşvik edilecekti. sanırım etkili oldu. bir kaç yerde emziğin yararlarını okudum. emzik kullanan çocuklar kendine güvenli olurlarmış vesaire vesaire. almadı ama inatçı kirpim, tükürdü, kustu, öğürdü. ama uyurken emmek istiyordu. gittiğimiz bir doktor "sebat et, yumuşak bir şekilde elinle tut ve damağına değdir diline değdirirsen öğürme refleksini tetiklersin" dedi. farklı emzikler aldım aventin emziğiyle başladım ama olmadı. sonra chicconun kauçuk emziğini aldım. biraz uğraşınca emzik alır oldu. alışınca da avente geri döndüm. avent emziklerin sen ne güzel markasısıııııın lalal lallala. harvey karp, emzik isteyen bebeğe verilmesinin iyi olduğunu ama fiziksel tatmini yerine psikolojik olarak bağlanmaya başladığında bırakılması gerektiğini yazıyor.  eğer bebek büyüdükçe olaylarla başa çıkmak yerine, bir değişiklikle karşılaştığında veya sıkıldığında, emziğe sarılırsa bu onu emziğe bağlı hale getiriyormuş. şu an fiziksel olarak diş çıkarmak gibi bir durumla uğraştığından bir de emziğinden ayırmak istemiyorum ama en yakın zamanda bıraktırmak istiyorum. uyuduktan sonra mümkünse ağzından hafifçe alıp emziksiz uykuya devam etmesini sağlıyorum. avent marka emzikleri ayına göre bir kaç kez değiştirdim. şimdi bir kez daha yeni çift almam gerekiyor. umarım ayrılamayacağı bir seviyeye gelmeden emzikle bağını aaltabilirim. normalde emziklerin 45 günde bir değiştirilmesi gerektiğini salık veriyorlar. çift emzik olduğundan ben 2.5-3 ay kullandırıyorum.

bizim vazgeçilmezlerimiz de bunlar...


10 Ağustos 2012 Cuma

BANYO - 4.AY


Banyo yaptırmaya başlamam çok uzun sürdü. Ben göbeği düşmeden yaptırmak, ıslak kalması enfeksiyon olması gibi riskleri almak istemedim. Malesef kızımın göbeğinin düşmesi de iki haftayı geçti yaklaşık onbeş gün sürdü. 


Babasına göre yıkanmadan önce daha güzel, değişik bir kokusu vardı. Yıkandıktan sonra sadece şampuan ve temiz kıyafet kokusunun kaldığını söylüyor. Göbeği düşene kadar ara sıra durumdan rahatsız olunca batiodin sürdüm, göbeği düşünce de ara ara kanadığı oldu hem teramicin sürdüm hem de doktoru kanamanın durması için bir vitamin iğnesi yapmıştı sanırım.Banyo faslına başlayınca haftada bir kez şampuanlama tavsiyesine uydum ama havalar bozuk olduğundan, ayrıca baba ile anne acemiliğinden ancak iki günde bir banyo yaptırıyordum. Büyükler bebekler uyuyarak ve yıkanarak büyür diyorlar. Valla onu bilmem de banyodan sonra pelte gibi olduğu bir gerçek. Ben de hem babasıyla ortak sorumluluk aldığımız ve zaman geçirebildiği bir aktivite olması hem de rahat uyuması için akşam banyo yaptırmayı tercih ettim. Daha sonra akşam banyosunu uyku ritüeli için kullanmaya başladım. 


İlk bir kaç hafta iki günde bir yaptırırken, sonradan her güne döndüm. Zaten doktor tavsiyesiyle banyonun gaz çıkarmaya yardımcı olduğunu öğrenince banyo benim için daha bir mutluluk kaynağı oldu.


Küçükken banyo yaptırmaya korkarken büyüdükçe aslında kütle küçükken kontrol yıkama vs. herşeyin daha kolay olduğunu fark ediyorum.


İlk seferinden beri kızım suya çok nötr davrandı. Tepkisizliği su eskaza yüzüne veya saçına gelinceye kadar sürüyor. Sonra sanki dünya başına yıkılmışcasına feryat figan. Bi de bol saçlı olan (cidden saç ya! göreni bir kaç kez baktıracak ve bana kusmaktan başka bişi yapamamışsındır kocakarı inancını söyleyip duran insanlar olduracak kadar) bebikimin saçlarını kurulamak soğuklarda ayrı bir sinir sınırı imtihanı gibi. Ben de hergün vücudu yıkamaya gün aşırı ya da üç güne bir saçını ıslatmaya karar verdim.Lavaboda kendim de yıkayabileyim diye süngerimsi birşey aldim. Ama onunla da olsa, musluktan gelen suyun sıcaklığının değişmesi olasılığına kendimi teslim edemedim. Küvetini çıkarmaya üşendiğimiz lavaboya sığdığı boyutlarda da olduğu dönemde musluk yerine kovadan su döktüm ve babasının bunun bir parçası olmasını istediğimden banyosunu yalnız yaptırmadım. 


Bence babayla geçirdiği vakit önemli, o nedenle bazı şeyleri onsuz yapmayacağım uyarısını veriyorum devamlı. Yapamadığımdan değil ama yapmayı tercih etmediğimden. Biliyorum ki nasıl başlarsa büyük olasılıkla öyle gider. Herşeyi ben üstlenirsem o hep geride kalır. Şimdiden kırmızı çizgileri var ve gayet geleneksel davranıyor. Ama ben de bazı durumlarda ayak diriyorum.


Soğuklarda bizi hep aman banyo sonunda cocuğu üşütmeyin diye tırstırdılar. Biz de bir panik haldır haldır kuruluyoruz. İki havlumsu bezim var. Biri ilk ıslaklık diğeri detaylar için. Artık sıcaklarda da müslin kumaş ya da tülbent kullanıyorum. Yaptıramadığım günlerde ister bekler huysuzlanır olabiliyor. Elbette bir yere akşam çıkınca ya da biri eve gelince falan düzen şaşıyor. Hergün yeni düzene uyanıyoruz.x




28 Temmuz 2012 Cumartesi

UYKU - 4. AY

Uyku konusu biraz daha karışık olabiliyor, çünkü çevresinin farkına vardıkça, çevreye olan onun ilgisi ve çevresindeki insanların ona olan ilgisiyle uyku ertelenebiliyor, kaçırılabiliyor ve düzende çok fazla kayma olabiliyor.

Kızım, ilk günlerde uykuya ne kadar düşkün olduğunu, başına topladığı dört yetişkinin (biri hemşire) yaptığı tüm zorlamalara rağmen uyanmayarak göstermişti. Haftalar geçtikçe seslere ve ışığa daha duyarlı olmasından dolayı daha kolay uyanır, doğum refleksleri ( mora gibi) azalmasına rağmen seslerden ya da hareketten sıçrar oldu. İlk haftalarda acayip mutluydum, bebeğim seslerden etkilenmiyor, ses olsa da uyuyor diye. O iş o kadar basit değilmiş. 2. aydan itibaren uykusunda dışarıdaki sesleri duymaya başladı, bazı hışırtılar bazı sesler daha çok etkilendikleri oldu, bazen sadece hafifçe yürümemden bile zıpladığı oldu.


Uyku düzeni oluşturulması konusunda hiçbir zaman erken değildir diye bir görüş var. Ben kızımı ne kadar geç uyuttuğumu fark ettiğimde panikle bu konuda ufak araştırmalar yaptım. Yoksa hanımefendi gece 1-2'ye kadar bizimle oturuyordu.


Son bir kaç haftadır sürekli değişen bir yaratık olduğundan uyku konusunda da uykusu geldiğinde huysuzluk yapma mız mız da mız mız deme huyu pörtledi. O huzursuz hali çok içime dokunuyor. Kuzucukum sallamaya ihtiyaç duyan bir bebek değildi doğduğunda çok şükür. Başkaları da sallamaya alıştırmasın diye kartal gibi insanların başında bekliyorum. Sallamadan uyuyor ama elbette ki kendiliğinden değil bazı silahlarımı ister istemez konuşturuyorum.


Gece uykusu için okuduğum tavsiyelere uyarak aksamlari banyo yaptırıp, pijama niyetine bodysini değiştirip emzirdikten sonra, gece gündüz kavramını ayırt edebilsin diye ışıkları loşlaştırıp daha kısık sesle konuşuyorum. Emzirerek tamamlanan seans gazdan sonra ağza tıkılan emzik ile son buluyor. Emzik konusunu ayrıca açıklayacağım.


Bu ritüel ile uyku saatini 9.30 civarına çekebildim. Asker gibi o saatte uyumuyor ama o civarlarda uykusu geliyor artık. Kendini daha bilmeye başlıyalı da odalara eşyalara aydedeye babaya iyi geceler demeye başladı. Yani ben ona dublaj yapıyorum tabeee.


Elbetteki düzene uyulmuyor, dışarı çıkılıyor, eve biri geliyor bir aksama oluveriyor. Seven birinin elinden uyuması lazım diye almaktan daha beteri, düzen için oluşturduğum ve kızımın alışmış olduğu ritüel içindeki parçaların eksilmesi. Mesela banyo dışarıdaysak yaptıramıyorum, etraf gün gibi aydınlık olabiliyor vs. O zaman diğer parçaları yerine getirip sakinleştirmeye çalışıyorum. Bebekler öngörülebilirliği baya severlermiş, ne olacağını bilmek onları rahatlatırmış, elinden tüm alıştıklarını almaktansa yapabildiklerimi gerçekleştiriyorum. Her zaman 9 olmuyor 10 oluyor mesela, uykusu bazen istisnalar olup sarkıyor ki ciddi huzursuzluk başlıyor o zaman.


Büyüdükçe belki yeni şeyler eklemek gerekebiliyor, ben ninniyi daha sonra devreye sokmak durumunda kaldım. Sesimden mutsuzluğumdan şarkı falan söyleyemediğimden ve de ninni sözlerini bilmediğimden pek hoşuma gitmiyordu ninniler. "Bizim Ninnilerden" özellikle kemençe ile çalınan "ninnilerin merdanesi" ninnisini açıyorum, anne sesi önemli olduğundan ben de mırıl mırıl eşlik ediyorum ve sakinleşiyor.


Güvenli yastık, uyku pozisyoncusu ya da ismi her neyse şu üçgenli süngerli uyku yastığını uzunca süre kullandım, son haftalarda çok sırtını terlettiği için sırt üstü yatırıp kafsını yan çeviriyorum. Ama özellikle yatağında yatmadığından tek kişilik yatakta yatırırken kızımın dönmesini de engellediğinden ve yan tarafına yatarak uyumasını sağladığından bir süre yanımda bile taşıdım onu. Şimdi de tatile götüreceğim.

Uykusu geldiğinde huysuzlanmasınin yanı sıra gözlerini ovuşturuyor bazen de fazlasıyla enerjik oluveriyor. Tabi bir de bana söyleniyor mirimorumorrr


Gündüzleri bazen yatağında uyutsam da genelde kurtarıcım olan anakucağında tepesinde asılı olan oyuncaklara bakıp kendini ufak ufak sallayarak uykuya dalıyor. Asıl düzen nispeten ben işe başlayınca oluşacak sanırım, tabi her zaman o düzen bozulmak üzere oluşturulacak.

EMZİRME - 4. AY

Kızım ilk günden itibaren iştahlı şekilde emen bir bebekti. Her ne kadar uykuya mi memeye mi daha düşkün tam karar verememiş olsa da, en tahammülsüz olduğu şey hala acıktığında hemen verilmemiş meme anında ağzına gelmeyen süt! 

Eğer tam acıkmamış ama bir şekilde midesinde süt azalmaya başlamıssa bunu bana tatlı tatlı mızmızlanarak dile getiriyor, ben biraz oyalanırsam çığlıklar başlıyor ama duyan etinde et koparıyorum sanır. Emzirmek için kucağıma aldığımda, memeye lanet edip kafayı vura vura ağlıyor ve asabiyetle emmeyi reddediyor. Kişilikli benim kızım pek çok, çok da inatçı. 

Sütümün değiştiğinin farkındayım, mesela ilk haftalardaki gibi göğüslerimi şişirmiyor canımı yakmıyor ama yettiğini düşünüyorum kızıma. Başlarda içtiğim kompostolar, ısırgan otları ne bileyim özel çaylar elbet işe yaramıştır, artık çılgınca süt gelmemesinin nedeni bunları kullanmıyor olmam da olabilir. Yine de sütün yettiğini kilo ve gelişiminden değerlendirebiliyorum.

Hala saatli emzirme düzenine geçmedim. İstediği zaman emziriyorum o da zaten 2-3 saat geçmeden pek istemiyor. Yine de kendime ve ona rahat olan bir saat düzeni oluşturursam daha iyi olabilir ki onu da bir kaç hafta icinde gercekleştirmeyi düşünüyorum.


Gece emzirmelerini uykusuna göre ayarlıyorum. Ama genelde 9 civarlarında bir kez emziriyorum sonra da ben yatarken o uyur haldeyken gece yarısı bir kez daha emzirip yatıyorum. 2. ay içinde gece yarısı emzirmesinden sonra 5 saat dayandığı bir dönem oldu ama bir kaç haftadır yeniden gece iki kez kalkmam gerken halde emmek istiyor. Bu ben eskisi gibi beslenmediğimden sütümün daha yetersiz gelmesinden olabileceği gibi gündüz de artmaların sıcak nedeniyle susuzluktan kaynaklanabileceğini hissediyorum.


Son bir haftadır çokca susadığından sık sık emmek istiyor. Hele iki gündür kavurucu sıcaklar yüzünden sadece gaz çıkarmak için ara vermiş gibi oluyor, hemen hop yeniden meme. Bu arada iki farklı kişi tarafından çok sıcak olmasından mütevellit neden su vermediğim sorgulandı. İlkinin doktorunun daha bu kadar sıcak olmamasına rağmen bundan 4-5 ay kadar önce su takviyesi yapmasının yararlığı olacağı tavsiyesini verdiğini öğrendim. Benim kızımdan üç hafta sonra doğan diğer arkadaşımın bebeği için de aynı şekilde sıcaklar yüzünden biberon ile su verilmesi önerilmiş. Şahsımın en güvendiği doktor, kendimi bildim bileli çocuk profesörü olan alanında tanınan ve işini iyi yapan dayım olduğundan onun düşünceleri malesef başka doktorların önünde benim için. Şansa onunla telefonla konuşurken bana "aman kızı susuz bırakma" dedi. "Nasıl dayı" dedim "su mu vereyim", o da "yok canım bol bol süt ver, kendi sütünle susuz bırakma onu" dedi. Suyun kötü etkisi var mıdır yok mudur konuşamadım, bana göre çocuk konusunda duayen biri olduğundan bebeğe sütle verdiğim suyun yeterliliğini de sorgulamadım, adam yurtdışlarından seminerlere katılıp vaka tartışıyo yanlış bilecek hali yok ya dedim. Şimdi kendim bol su yanında soda, ayran vs. içerek sütümü çoğaltmaya çalışıyorum. Korkarım ki sıcaklardan dolayı yeniden komposto olayına başlayacağım.

Emme istediğini mızmızlanmasından ve öncesinde yakaladığı parmağını tok cok coklarla emmesinden anlıyorum. Geceleri acıktığında bazen öyle bir damak coklatıyor ağız şapırdatıyor ki uykumdan zıplayarak hazır ol vaziyette uyanıyorum.

Yeni huyu artık memede oyuna başlaması. Bana bakıyor, bazen iki emip bir kafayı kaldırıp baktığı oluyor. Meme ucunu ısırma simulasyonu yapmasi ve lastik boöööyle mi uzar acaba diye memede denemeler yapması deneyimlerinden bahsetmek bile istemediğim gibi gelecek için de yusuf yusuf olduğumu dile getirmek istemiyorum =)

Güncelleme 4 AY

Uzuuunca bir suredir yazmadım, hoş bu internet aleminin dikkatini çekti mi bilmiyorum, ben bizim evin önünde protestolar görmedim valla neyseeee

Yuvarlana yuvarlana cumbala cup 4 ayı devirdik kızımla, bu süreçte tek takip ettiğim site babycenter (http://www.babycenter.com/) oldu. Valla oradan oyunlar öğrendim bebek gelişmesini takip ettim ama çok da kendimi uzman olacağımı düşünerek kaptırmadım, hep savunduğum gibi bu doğal bir süreç, modern insanı bu doğal süreçten uzaklaştıran yapaylıklar var sadece. Yüzyıllardır bebekler doğuyor ve büyütülüyor, ilk biz keşfetmişiz gibi bir hayale kapılmıyorum.

Bu zamana kadar cadalozuma tek başıma evde baktım. Bu süreç bazen çileden çıkmış saçlarım diken diken bazen de gayet sakin geçti. Bebeğimi okumayı mümkün olduğunca öğrendim. ara sıra iletişimsizliğimiz olsa da en azından minimumda derdi nedir algılayabiliyorum.

Onun bir birey olduğunu kabullenmek ve kendi kişiliği olduğunu görmek için onunla yanız kalmam yetti de arttı bile. Ben çoğu şeyin yetiştirme ile alakalı olduğunu düşünürken kendi özelliği olarak gelen huyların olduğunu, şimdiden hoşuna gitmeyen şeyler olduğunu fark ettim. Mesela kızım kesinlikle kafasından bir şey geçirilmesine, üstünün değiştirilmesine tahammül edemiyor. Kendini biraz bilsin bir hafta üstünden kıyafeti çıkarttırmaz, aynı kıyafetle dolanıp pis pis kokup beni çıldırtır gibime geliyor. Oyyy isyankarım benim.

18 Mayıs 2012 Cuma

dobik dobik

hamileliğimde tam tamına 20 kilo+2 aldım. aslında ilk 5 ay çok az kilo aldığım için doktoruma danışmıştım. yani bebeğimin sağlıklı olması için biraz kil almam gerektiğini biliyordum ve ilk beş ay gayet normal olmam beni ürkütmüştü. hah boşunaymış o ürkme. sonra da sınırın üstüne çıktım.

çok şükür hamilelikte şeker gibi sorunlarla karşılaşmadığım için, bir de milletin şunu bunu yeme (baharatlı yemekler gibi) laflarını takmadığımdan zararlı yiyecekler hariç her bir şeyi höpürdetmiştim. bir de tatlı sevmeyen ben akşamları dondurmalar çikolatalar kendimi kaybediyordum. süt ile birlikte tüketebildiğimden çikolatalar ve çikolatalı bisküviler hayatıma girdi. dondurmaya zaten oldum olası hastaydım. bir de öğünlerimi dolu dolu yemeye başlayınca 3 haftada 4 ilo çaktığım oldu. son zamanlarda da katlayarak kilo aldım ve doktora her gittiğimde tartıya çıkmaya korkar oldum. kar kış olmasına rağmen botmlarım ağır çekmesin diye spor ayakkabılar babetler giyiyordum. yine de sonuç değişmedi 20 kiloyu tatlı tatlı aldım. son aya kadar hamilelikte sadece bir kaç top yutmuşum gibi duran göbeğim vardı. meğer onun yanında dobik kollar, koca bir toto ve tombili bacaklarım varmış. vücudumun özelliği her bir yerinden kilo alıp, kiloyu dağıtması olduğundan insanlar ne kadar genişlediğimi tam anlayamıyorlardı. ama kıyafetler her zaman gerçekleri yüzünüze çarpar. hele o pantolonlar yok mu...

sezaryendan bir gün sonra doktoruma sıraladığım soruların başında "yahu bu ne bu doktor bu ne" oldu. "bu" diye ifade edilen, yani şair burada "bu" diyerek göbeğe refere ediyor. ben doğum yapıcam ala hop tereyağlı ballı ekmek olarak göbek möbek kalmayacak sanıyordum. insanlar hep doğumda bilmem kaç kilo kaybettiklerini bir de ödemlerini attıklarını söylüyorlardı. ben doğumdan sonra bebek olmayan bir jöle karın ve üç ayak kıvamında ayaklarla baş başa kaldım. arabayla eve giderken içinde bebek varken daha sıkı olan göbeğim her çukurda keşkül gibi sallanıyordu. 

bu arada gece gündüz sürekli terliyordum. vücuttaki fazlalıklar önce terle sonra idrarla sonra da vajinal yoldan atılıyormuş. ben sürekli terleyip bir anda buz kesiyordum. terle üşü terle üşü. ne giyeceğimi şaşırmıştım. hamilelikte günde 8-9 kere tuvaleti ziyaret ederken daha fazla su içmeme rağmen anca günde 2 kez tuvalete gider oldum. bu noktada kesinlikle sütün çok büyük oranının su olduğunu fark ettiğimi söylemeliyim. tabi bebeğin baskısı da ortadan kalkınca iç organlarım eski boyutlarına ulaştı. 

rahimin küçülmesi emzirmeyle doğrudan ilişkili, emzirdikçe rahim eski halini alıyor ve karın küçülüyor. emzirmeyle çok fazla kalori yakıldığından yediklerime de çok dikkat etmem gerekmeden yavaş yavaş bebişimin doğmasına rağmen hamile gibi görünme durumundan çıkmış oldum. şimdi göbekli biri gibi görünüyorum =) tatlı bir göbüş

egzersiz yapmak için en az 6 hafta beklemek gerekiyordu, ben internetten sezaryan sonrası pilates dvdsi bulup, onu yurt dışında yaşayan bir arkadaşıma getirtiyorum. umarım o biraz daha sıkılaşıp zayıflamama yardımcı olur. korkunç durumda değilim ama yine de kıyafet konusu çok sıkıntılı olmaya başladı. olan kıyafetim yok. eskiler olmaz hayatta, hamilelikte giydiklerim ya kışlık ya da tam dikişimin üstüne geliyor. neyse azimle hepsinin olacağına inanıyorum.

hamilelikte çatlağım olmadı ama yoga hocamızın dediği hamilelik selüliti yeterince oldu, onlar bertaraf etmek için kese, krem, banyoda sıcak soğuk tazyikli su şoku ve diğer gereken şeyleri yapacağım. yaz geliyor yediklerime dikkat edemiyorum. yani sırf sağlıklı şeyler yesem neyse. o zaman ciddi kilo vereceğime neredeyse eminim. sanırım bu dönemde vücut enerji istiyor. hala çikolata ya da şerbetli tatlıları sevmiyorum ama sütlü tatlılar beni benden alıyor. hurmaya hala devam ediorum. sütümü arttıran besinler olduğunu fark etmem çok uzun sürmedi. yediğim her türlü yeşillik bir kere güzel bir etki yapıyor, balık, bulgur etkisi azımsanamaz yiyecekler. et zaten hem bana dinçlik veriyor hem de sütümün çoğalmasından çok yoğun olmasını sağlıyor. tamam bu sefer söz bu pazartesiden itibaren tatlıyla arama mesafe koyacağım yediğim fındık fıstığı keseceğim. dışarda bekletip ılıttığım meyveleri yiyip, kompostaları içeceğim

3 Mayıs 2012 Perşembe

doğum sonrası değerlendirme - ilk bir ay

bazen günlerin nasıl geçtiğini anlayamıyorum. gün bitiyor gece, zaten uyku olmayınca o günün kesintisiz bir devamı oluyor, 2 saat uyudum uyumadım derken hooop yine güneş doğmuş. tosun sulatnım uyurken ben de uyuyayım diyorum ki hooop akşamüstü hop yine gece yine gündüz pırt diye geçti günler. tabi bu günlerin kolay geçtiği anlamına gelmiyor =) ama o zorluğu "annelik" bir şekilde tolere etmeye güç veriyor. hormonlar yahu tamamen hormonlar herkül gibi dolaşmaca

bebek uyurken anne de uyumalı diyor herkes, hani annenin dinlenmesi için gerekli. dönüp de soramıyorum "iyi de bebek ne yaparken anne tuvalete gitmeli duş almalı yemek yemeli"?

biraz geri saracağım şimdi, bebişimi başarılı bir şekilde sezaryen ile aldıktan sonra ben dikişlerim ve oda ortamına hazırlanmam için bir süre ameliyathanede beklemiştim. kara kafalı kızım benden önce odaya çıkmış silinmiş giydirilmiş uyur vaziyette beni bekliyordu. odaya çıkar çıkmaz kızımın sütle büyük buluşması gerçekleşti. o andan sonra hastanedeki iki gün boyunca hanımefendinin süt kaynağı yani bendenizin göğüsleri kamu malı gibi ortalarda açılıp saçılmaya başlandı. nasıl hamilelikte göbek kamuya mal olmuş ortak mal ise, anneliğin hastanedeki ilk günleri de memeler tamamen halka mal olmuş durumdaydı. işin garip kısmı ben de bunu normal karşılıyordum. yeterince sancı çektiğim için normal doğum kıvamında sütüm geldi. kızım uykuyu çok seviyordu ve uyandırmak için 4 kişi uğraşıp duruyorduk. hemşireler 2 kere telaş edip kan şekerini ölçtüler ama küçük hanım sadece uyumak istediğinden pas vermiyormuş.

benim içinse durum o kadar şenlikli değildi. normal şekilde doğuranlar (eğer kötü epizyoları olamamışsa) hoplaya zıplaya birkaç saat içinde evlerine gittiler, doğumun hemen sonrasında sersem değillerdi ve gülüyorlardı. bense robocop gibi her yanımda kablolarla kısıtlı şekilde hareket edebiliyordum. birçok farklı yerimden bir boru sarkıyordu, sonda damar yolu katater. yataktan her emzirme için kalkmak tam bir seramoniydi. oturuma gelmek tuvalete gitmek...bir de üstüne 24 saat aç kalmam yetmiyormuş gibi daha da aç kalmam gerekiyordu. hemşire 3 ayrı ilacı çotank diye damar yolundan boşaltınca odadaki insan kalabalığı ve sıcakla da birlikte hayatımda yaşamadığım bir işkence yaşadım. içimden tüm vücudumu ateşe vermişler gibi yanmaya başladım. tüm kabloları söküp atıp koşarak dışarıya kaçmak istedim. allahım nasıl yanıyordum. hemşire herkesi dışarı çıkarıp hemen soğuk kompresler yaptı.

dediğim gibi tıbbı olarak çok rahat bir ameliyattı ama bu bir ameliyat olduğu gerçeğini değiştirmiyor. sancılar insanın gözünü korkutabiliyor fakat dayanılmayacak seviyeye geldiğinde epidural alınma şansı varsa hissedilmiyorlar bile. sancılar esnasında bir anda hayat duruyor gibiydi. nefes egzersizleri ve yürüyüşler mümkün olduğunca sancı acısını aşağı çekmeye çalıştım. sezaryenda ise sonrası uzunca bir süre çekilmesi gereken kimisi küçük kimisi büyük sıkıntılar var. operasyondan yaklaşık 7 saat sonra önce sondam çıkarıldı sonra da tuvalete götürüldüm. yataktayken çok da sorun yoktu bacaklarımı hareket ettirebiliyordum. evet bacaklarımı oynatabiliyordum oynatmasına da onların beni taşıyamayacağını anlayamamıştım. ayağa kalktığım anda iki büyük külçe vardı bacaklarımın yerinde. neyse ki tuvaletimi yaptım, içtiğim kompostolar bağırsaklarımın çalışmasına da yardımcı oldu. birkaç saat sonra birinin yardımıyla yürür haldeydim. ama azmettim dikişlerimi zorlamadan gece boyunca yürüdüm. hemen ayaklanmak istiyordum. her bir kablonun çıkış saatlerini saya saya bekledim.  sezaryendeki korkularım bebeğimle ilgilenemeyeceğim ve sütümün gelmeyeceğiydi. daha önce sezaryen yapmış arkadaşlarımın hepsi dert ettiğim konuların hep çözüldüğünü söylemişlerdi. gerçekten bebekle ilgilenmemek gibi bir şey söz konusu olmadı. biraz dikkatli ve yavaş hareket etmem gerekiyordu. bir ayın sonunda yataktan kalkarken hala dikişlerimin bazı noktaları acıyor. doktorum en az 6 ay bebekten ağır bir şey kaldırmamamı tembihledi. iç ve dış dikişlerimin sağlamlığıdan emin olmasına rağmen hiçbir şeyi riske atmak istemiyordu.

doğumun ikinci gününde hastanede bir ton eğitim verdiler, bir de bir diyetisyen gelip yediklerime özellikle de gaz durumuna nasıl dikkat etmem gerektiğini anlattı. meyve yememek ve süt-yoğurttan bu kadar çok yerken bir anda uzak durmak başlarda çok zor geldi. bir hafta sonrasında meyve olarak az az hurma yemeye başladım. hurma cidden mucize olmalı. meyve yerine hep komposto içtim. elma, kuru kayısı, kuru incir, karanfil, kuru erik, kuru üzüm ne bulduysam doldurdurduğumuz kompostolar yapıldı. zaten çılgınlar gibi su içiyordum üstüne komposto, still-tee, rezene içmeye başladım.

evime geldikten sonra bir nebze rahatlamıştım ama bir anda bebeğin gerçeği olan gaz sorunu osmanlı tokadı gibi yüzümde patladı. doktorlar bebeklerin ilk 3 hafta gazı olmayacağını söylüyorlar ama biz acemi anne ve acemi büyükanneler hastaneden çıkışta son kez emzirmeden sonra gazı almamıştık ve o sanırım bağırsaklara indi. o gün ve gece, bizi ondan sonra geçen her gün ve geceye şükrettirdi. annem iki hafta boyunca yanımda kaldı. kızımız bizim odamızda beşiğinde yatıyordu. sabaha karşılar dışında annemi geceleri pek uyandırmak istemedim. beyimin de başka bir odada kalmasını süreçten uzaklaşmaması için istemedim. gaz durumu ilk gün gibi olmasa da hala bir sorun. pıtpıtamaktan bıkmadan sabırla yapmamız gerekiyor, bir de her bebeğin sevdiği bir gaz çıkarma pozisyonu var, biz birkaç tanesini birleştirip kombo yaptık. dizde olan en etkilisi, sonra omuz sonra da karın karına durmak geliyor. mesela koldaki pozisyonu hiç sevmedi.

dolaptan çıkardığım soğuk her şeyin gaz yaptığını bildiğimden kesinlikle en az 15 dakika dışarıda bekletip tüketiyorum. artık 6 haftanın sonunda dışarıda beklemiş meyve ve ılıtılmış yoğurt yiyorum. sadece süt ve baklagillere pek cesaret edemedim. gayet baharatlı yiyecekler yiyorum. sevdiğim birçok yemekten kısmıyorum.

ilk 6 hafta egzersiz yapmak yasaktı, bugün doktorumdan normal hayatına dönebilirsin iznini aldıktan sonra temiz havada bebişimi wrap ile kendime sararak yürüyüşlere başlayacağım. hem o temiz hava alacak hem ben hareket edeceğim. mutlu bebek için mutlu anne şart. kendimi saç baş dağınık aynada her gördüğümde, sağım solum kusmuk süt kokarken kendime güvenim düşüveriyor. bebişim rahata erer ermez gidip duş alıp gözüme hoş görünen ama gene emzirmek için en rahat kıyafetleri giyip kendime geliyorum. az az dışarı çıkmaya da başladım kızımla. gözümü korkutmamaya çalışıyorum. şalla emzirmeye alışmam gerekiyor.

bu dönemde de istediğim şeyleri yesem de sağlıklı beslenmeye özen gösteriyorum. bebeğime yararı olduğunu bildiğimden mümkünse her gün yumurta yiyorum, haftada bir iki kere balık yemeye, her gün bir şekilde yumurta dışında et ya da peynirle protein almaya çalışıyorum. hala kahve içmiyorum, zaten hiç aradığım bir şey değil. çayı da hastenedeki diyetisyenin önerisiyle ana öğünlerde tüketmiyorum.

öyle ya da böyle vücut kendini toparlıyor, sezaryende bu birazcık daha uzun sürerken normal doğuma da ters tepki veren vücutların olduğu söyleniyor. şu an dönüp baktığımda hayırlısının benim için sezaryen yapmak olduğunu fark ediyorum. önceden daha tepkiliydim bu fikre ama biraz daha büyüdüm sanırım. sadece annenin normal doğuma hazır olması yetmiyor bebeğin de hazır olması gerekiyor. bizde kızım normal şekilde gelmek istemedi.belki komplikasyonlar olacaktı ben normal diye inat etseydim. en büyük rahatlığım sezaryen de olsa bebek kendi gelmek istediği zamanda dünyayla tanıştı.

herkes umarım hakkındaki en hayırlı doğumu yapar.

11 Nisan 2012 Çarşamba

AY doğdu: doğum hikayem-2 (doğum süreci)

39. haftamın ortasında bir doktor randevum vardı. salı günü öğlen Özgür Hoca'ya gidecektik. artık son iki randevuda çatıma bakılmış ve rahim ağzının ne durumda olduğunun kontrolü yapılıyordu. son bir haftadır hatta daha fazladır bağırsaklarım normalden fazlasıyla iyi çalışıyor ve ishal seviyesine ulaşıyordu. bazı vücutların boşaltım sistemini temizlediklerini duymuştum.

o hafta sonu son eksikleri almaya alışverişe gittik, aynı zamanda bunaldığımdan bir sonraki gün de vadide gayet uzun bir yürüyüş yaptık. sanırım pazartesi nispeten enerjiktim ve şöyle bir evi topladım. doktor randevusu gününde sabah yine ishal olmuşum gibi kasıklarınla ve karnımda bir ağrı vardı. tuvalete gittiğimde de ağrının nedenini anlayabiliyordum. gene ne nişane vardı ortada ne sancı. bakalım doktorcum bana tahmini bir doğum zamanı söyleyecek mi diye merakla gittim.

doktorumuz Özgür Deren idi. ankara'da olanlar için tavsiye edeceğim ilk doktordur. ilgisi ve titri nedeniyle bedeli göze almanız gerekebilir, ama imkanınız varsa herşeye değer bence kendisi. eşim ilk andan sevdi kendisini, gereksiz konuşmalara girmiyordu, gereksiz bilgilere boğmuyordu, eğer soracağınız bir şey varsa ya da aklınıza takılan bir durum söz konusuysa kesinlikle vakitten kısmıyordu. en hayati olanı, benim gibi bir kontrol manyağı ve detaycı insanı çok güzel tolere edebliyor, üstüne de beni rahatlatıyordu. bu süreçte doktorunuza güvenmek en önemli şey olsa gerek. ben her seferinde ilkokul 5. meraklı inek öğrencileri gibi çılgınlarca ve bazen mantık dışı sorular sorsam da beni ciddiyetle dinleyerek içimi rahatlattı. ben de ona sonuna kadar güvendim.

en önemli ikinci husus ise diğer doktorunuz yani anestezi uzmanı. ben yine ankara da ilk tavsiye edilecek kişi olan Nurettin Tilkioğlu ile herşeyi göze aldım. Nurettin Hocam çok konuşkan, neşeli, benimle fotoğraf çekmek gibi ortak zevkleri paylaşan, muthiş pozitif bir doktor. Herşeyin ötesinde işinin ehli. onu da sorularımla ve detayları öğrenme isteğimle çıldırta yazdım ama o hep bana destek oldu, moral verdi, sancı anlarımda dikkatimi başka yöne çekti, beni gerçekten rahatlattı. iki doktorum da olamasa bu süreci zırlayarak bitireceğime eminim.

randevuya gittiğimde Özgür Hoca nasıl olduğumu sordu, "iyiyim" dedim, biraz düşününce "karnım ağrıyor hafiften ama ishal oldum ondan ağrıdığını düşünüyorum dedim". Hoca hafif bir gülümsemeyle "bakalım bi duruma" dedi. muayenede 4 santim kadar açılmam olduğunu söylediğimde şapşal bir sırıtışla şoku yaşıyordum. hayalim hep böyleydi. ben açılmaya başlayacak ama hissetmeyecetim. kasılmalarım vardı ama zaten son 3-4 haftadır kasılmalarım sürekli vardı bu nedenle bana çok da garip gelmiyorlardı. sancımsa yoktu. en son söylenen şey yani bebeğin başının aşağıda olduğu fakat kanala girmediği beni biraz yıktı. yine de Özgür Hoca çok olumlu yaklaştı, hallolur gibi bir havası vardı. herşeye hazırlıklı olmam konusunda beni uyarmayı da ihmal etmedi. Nurettin Hoca ise gülerek bu kadar açıklıktan sonra "ay" desem bile epiduralin verilebileceğini, normalde insanların böyle aldığını söyledi. içim daha da rahatladı. biliyordum rahat gelişecekti doğum.

o akşam için suyumun gelmesi veya sancılanmam durumunda hemen hastaneye gitmemiz gerektiği söylendi. açıklık fazla olduğundan ve bebeğin başı kanalı kapatmadığından suyumun gelmesi durumunda kordon sarkması gibi durumlar olabilir bu nedenle çarşamba günü kontorollü olarak başlayalım doğuma dendi. tabi ben çenemle soru yağmuruna başladım yine ne yapılacak nasıl yapılacak ne olacak ve suni sancı alacağımı öğrendim. kendi kasılmalarıma ve hissedemediğim sancılara takviye olarak suni sancı almalıydım.

eve gidince bir süre sanki bebek pırtlıcakmış gibi hissettiğimden tuvalete gitmeye bile bir süre korktum. gece yarısından sonra yemek içmek yasaktı. neyse ki randevuya gitmeden önce yürüyüşümü yapmıştım =) inatla daha yürümek istiyordum. aklımca bebeği kanala yerleştireceğim. öğleden sonra nişane de geldi. gece boyunca uyuyamadım sürekli sancımı kontrol ediyordum. karnım birazcık daha fazla ağrısa heycanlanıyor belki sancımlarım başlıyordur diye seviniyordum. nafile heycanlardı bunlar. sabah çok ayak direyerek hastaneye gittim. hatta Özgür Hocayı gene sabahın köründe rahatsız ettim, beni sakinleştirdi sağolsun ve kendisinin de hemen geleceğini söyledi. Güven Hastanesi hem evimize yakın olduğundan hem de bir çok olumlu doğum hikayesi duyduğumdan, doğumu en başından orda yapmaya karar vermiştim. sabah erkenden hastaneye gittik. nst ye bağlandım, kasılmalarımı hissediyordum, gayet yakın zamanlarda oluyordu. hemen suni sancı da verilmeye başlandı.

kontrollerde bebeğin başının hala oturmamış olduğu görüldü. uzun süre bir değişiklik olmadı. ben sancıları hissetmeye başlamıştım ve açılıyordum fakat baş oturmadı. katater takıldıktan sonra doktorum kontrollü şekilde bebeğin başını yerleştireceğini söyledi. ben tabi yine başının etinin yedim nasıl yapılacak bu canım acıyacak mı, suyum nasıl patlatılacak dır dır da dır dır. sağolsun o yine serin kanlı bunun kontrolden farksız olacağını söyledi. ama endişe seviyem gittikçe artıyordu. neyse ki Özgür Hoca tüm gün hep yanımdaydı, fiziken yanımda olmadığı zamanlarda odasında nstden sancılarımı kontrol ettiğini biliyordum ve bu inanılmaz bir güven veriyordu bana.

Nurettin Hoca süper bir şekilde aşamaları anlatarak kataterimi taktı. ben ki ufacık iğnelerden tırsarım hiç bir acı sancı hissetmedim. bu yine de çenemle onu yormadığım anlamına gelmiyor tabi ki. suyumun patlatılarak bebişin kafasının yerleştirilmesi gerçekten çok rahat bir şekilde beni rahatsız etmeyerek yapıldı. elbette ki acı falan hissetmedim. bu arada Nurettin Hoca sürekli bana moral veiyor, sadece beni değil annemi ve beyimi de rahatlatıyordu. havadan sudan konuşuyorduk, hatta benim sancılarım sıklaşmasına rağmen aralarda kahkalarla gülebiliyorduk. endişelerimi az da olsa unutabiliyordum.

ben yine de arada nst yi hemşirelere çözdürüp koridorda yürüyor sancı geldiğinde nefes alıp sallanmaya çalışıyordum. son ana kadar yürümekten vazgeçmedim sanki elimden gelen tek şey oydu. açıklığım 6-7 santimleri bulduğunan sancılarım iyice vurucu olmuştu. kesinlikle bağırmıyordum, diş sıkılacak bir acıydı. aynen tahmin ettiğim gibi çok şiddetli bir regl sancısının gelip bir tokat atıp kaçıp gitmesi gibiydi. zirveye geldiğinde sancıya dayanınca atlatabiliyordun. son 4-5 sancım da anneciğime kızmaya başladım, "dokunma bana" şeklinde sert tepkiler veriyordum. yazık kadın günlerdir peşimdeydi, o anda da beni rahatlatmaya uğraşıyordu ve sonrasında da doğumdan sonra hep yanımda oldu. bağırmasamda (zaten normalde acıdan bağıran ya da üzüntüden ağlayan bir insan olmadığımdan) insanlıktan çıkmış şekilde tepkiler vermeye başlayınca epidurali alma vaktinin geldiğini anladım.

epiduralle herşey daha kolay oldu. canım yanmıyor ama kasılmalar geliyordu. ben açılmama rağmen bebiş kanaldan aşağı inmiyordu. kafası oturturulduktan sonra ben gerisi gelir diye düşünüyordum. bir türlü senkronize olamadık ve doktorum bana yavaş yavaş sezaryana gittiğimizi söyledi. o bana olabildiğince zaman tanıdı ben de sürekli bir saat daha n'olur diye süre istedim. sabah 8den öğleden sonra 3.30 a kadar dayandım, dayandık bekledik. iki doktorum da bana moral vererek daha fazla zorlamanın bir manası olmadığını fark ettirdi. Nurettin Hoca odadaki herkese enerji aşılayarak artık riskli olabileceğini hatırlattı bana. Özgür Hoca da odaya gelince son bir muayene yaptı, 9 santim ama inme yok, sen normal doğum yapmış sayılırsın dedi. ben artık bunun kader olduğunu, hayırlısının bu olduğunu kabul etmem gerektiğini anlayarak sezaryana gidilecekse gidelim dedim.

o andan sonra herşey bir anda gelişti. normal doğuma yalnız girmeyi istiyordum ama sezaryan bir ameliyat olunca biricik beyim beni yalnız göndermeyi göze alamayarak benimle geleceğini söyledi. hiiiç itiraz etmedim çünkü korkuyordum. ameliyat düşüncesi kafamda hiç yoktu, hazırlanmamıştım buna. hızlıca giydirildim hala kasılmalarım vardı. Nurettin Hoca beni uyardı "sakın kendini ameliyathanenin havasına kaptırma göründüğü gibi değil " dedi. yine de elimde olamadı, oraya indiğimde tanıdık yüzler gelene kadar yabancı hissettim kendimi. hemen hazırlandım üzerime örtü konuldu ve epidural verildi. ben hala çene yapıyordum "ayaklarımı oynatıyorum beeeeen" diye, Nurettin Hoca'ya güvenim sonsuz olmasına rağmen pimpirikli canavar içimden çıkıyordu. o ise bana gülerek şu an yapılanı hissediyor musun diye sordu, yooo dedim. neyse ki kocacım yanımdaydı, ondan sonra Özgür Hoca 2 dakika da sohbetle, konuşarak yumuk yumuk, rengi maviye dönen bir topaç çıkardı. kaldırıp perdenin üstünden bana gösterdi, bir sürü saçı vardı! bir an durumu algılayamadım, bir iki ağladı çok yaygarıcı değildi. temizlenip kontrol edilmesini izledim. beyimle şaşkındık, birbirimize "sen ne olduğunu anladın mı" şeklinde bakıyorduk. sonra bebişi yukarı çıkardılar benim yine sohbetle dikişlerim tamamlandı. doktorlarımın eli çabuktu, beni ve bebeği sarsmadan, yormadan ameliyat bitti. bebişim başını çeneden kanala koyduğundan, başının tepesinden koymadığından aşağı inememiş. zaten saatlerce beklesek de inmezmiş. sanırım biraz inatçı olacak... normalde olsa öğleden sonra 2 gibi yaparmışım doğumu.

ben ne kadar zaman olduğunu bilemedim bir süre sonra odama çıkarıldım. annem ben gelene kadar ağlamıştı zaten. torununu babamın görememiş olması ve annemin anneanne olması ondaki duyguları alt üst etmişti. bana doğru gelirken "sakın" dedim gelme nolur ağlamadım şimdiye kadar şimdi de ağlamayacağım. biraz duygusallaştım ama sonra durumu sindirmeye başladım. yanımda küçücük seffaf bir beşik içinde kapkara saçlı bebeğim yatıyordu. sonraki bir kaç saatte yavaş yavaş bağlandım ona. öyle bir anda şimşekler çakmadı, bir süre sonra sürekli ona bakar onu düşünür olmuştum. normal doğum sancılarımı çektiğimden sütün gelmesinde bir zorluk yaşamadım. ama emzirmeyi öğrenmek küçük bir savaştı.

bebeğimi sağ salim kucağıma aldım çok şükür, bu öncelikle doktorlarımın sayesinde sonrasında ise annemle kocamın desteği sayesinde oldu. iki doktorum da takip eden iki gün yani hastanede kaldığım günlerde durumumu kontrol etmek için geldiler, istediğim her zaman da onlara cep telefonlarından ulaşabiliyordum. kendimi güvende hissediyordum. istemediğim tür bi doğum yapmıştım ama bunun tüm dezavantajları minimuma indirilmiş oldu. acı, ağrı sıkıntıyı en asgari seviyede yaşadım. dönüp bakınca hepsi hayal gibi ve takılmamam gereken şeylermiş. keşke daha çok tadını çıkarsaydım...

AY doğdu: doğum hikayem-1 (doğum öncesi hazırlık)

Biraz hoplaya zıplaya yazar oldum son zamanlarda, bu nedenle geri dönüp hamileliğin son zamanlarına dair yazılar ekleyeceğim. şimdi sıcağı sıcağına daha 2 hafta olmuşken ve yanımda bir ufak yaratık homurdanırken doğum hikayemi yazmak istiyorum.

ben normal doğum saplantılı olduğum için doktorumu da ona göre seçmiştim. hem tecrübeli hem de normal doğum taraftarı olmasını istediğimden referanslarla Özgür Hoca'ya gittim. tek derdim "gerekli" gördüğünde beni sezaryan doğuma yönlendirmesi idi. duyduğum birçok başka hikayede doktorlar pek de uğraşmadan "tamam alalım bebeği" demişlerdi. ben Özgür Beyin deneyimine ve içtenliğine sonuna kadar güvendim. biliyordum ki o an zaruri bir durum olmazsa beni hala hop sezaryan yapmayacaktı.

36. haftamdan itibaren iznimi almıştım. evdeki düzenlemeler ve dinlenme ile vakit geçiriyordum. aslında sona yaklaştıkça önce korku baş gösterdi. bir bilinmeze gidiyordum ve dönüş yoktu. roller coastera bindiğimi ve sonuna kadar gelmeden inemeyeceğimi tuhaf bir şekilde 9. ayımda fark ettim. bu nedenle inatla 38. haftaya kadar hastane valizimi hazırlamadım. sanırım onun hazır olması herşeyi daha gerçekçi kılacaktı. garip bir şekilde korku kendini sakinliğe bıraktı. kabul etme ve bunun doğal bir süreç olduğunu fark etme durumuyla heycan ve sukunet geldi. bunun yanında artık 38 ve 39. haftalarda sürekli nişane gelmiş mi diye kontrol ediyor, hadi artık başlasın diye, sancı mı bu ağrı şeklinde kendimi dinliyordum. yani daha önceki korku durumu yok oldu ve ben hadi hadi sancım başlasın seviyesine geldim.

sancıya kendimi hazırlamak için zaten uzun süredir yogada çalışıyordum. bir dalga halinde geleceğini ve azalarak gideceğini söylüyordum kendime sürekli. aynı zamanda gittiğim normal doğum seminerinde doğumu hayal etmemiz söylenmişti. ben de kendimi hep rahat bir doğum yapacağımı hayal ederek olumladım. bunun yüzyıllardır tüm canlıların yaptığı bir şey olduğunu vücudumun buna göre tasarlandığını kendime işledim durdum. yine seminerde sancı aralarında yürümemizin iyi olacağını, sancı esnasında derin nefes almaya ve nefes egzersizlerine odaklanarak, bebeğin aşağı iyice inmesi için sallanma hareketi yapmamızı önermişlerdi.

ben evde kaldığım sürede yürüyüşlerimin süresini arttırdım. son derece yavaş tempoda, konuşabilecek nefes seviyesinde ve vücut ısımı arttırmadan her gün yürüyebildiğim kadar yürüdüm.  gelmiş gelmiş en zor kış döneminde yürüyemeyecek olduğumdan yürüyüş bandını ödünç vererek bu konuda bana sponsor olan biricik arkadaşım Sezen'e öpücüklerimi gönderiyorum. yürüdükten sonra yogada öğrendiğim squat hareketini yaptım ve her gün çılgınlar gibi hurma yedim. koca kafalı tatlı kocama göre bunlar hep faso fiso varsa yoksa vücut geneiği. ki bende annemden aldığım genlerin bu konuda bana yardımcı olduğunu düşünüyorum. yaptıklarımın elbet bana yararı oldu belki az belki çok, en azından psikolojik olarak "ben elimden geleni yaptım" diye düşündüm ve bunların bana destek olacağına inanarak rahatlamış oldum.

elim ayağım doğuma giderken bile çok fazla şiş değildi. çok yorgun bir günün ardından ayaklarım şişmiş gibiydi. görenlerin hepsinin farklı yorumu vardı. daha ağzımın yüzümün şişmediğini ya da rengimin hala normal olup sarıya dönmediğini söylüyorlar bu nedenle daha doğumuna var senin diyorlardı (bu tespitleri doğumumdan bir gün önce yaptılar!). ürkmeye başladım doğuma girmeden önce bi shreke benzemek gerek sanırım diye düşünüyordum. kafa kocaman, renk bi tuhaf haydi hayırlısı.

hep sancıyı kafamda azımsamaya çalıştım. ben ki ne regl sancıları görmüş, günlerce kıvranıp yataktan çıkamamış, iğneden kokuma gıkımı çıkarmadan nefessiz bir kaç gün geçirmiş insanım. doğumda çektiğime dişimi sıkacağım, ayrıca daha daha şiddetli bir regl sancısı bu bence, 3 gün değil bir gün çekeceğim aynı zamanda Nurettin Hocam var yanımda o da verecek epidurali oooohhh tatlı tatlı doğum yapıcam. hep bunları hayal ederek günlerimi geçirdim. bir de bol bol film izledim. herkesin uyarısı bundan sonra hayat yok! olduğundan bir daha film izleyemem ben ya diye günde en az 2 film deviriyordum. ama psikolojim bozulmasın diye haberlerden uzak durduğum gibi, konusu beni üzebilecek filmlerin de yanına yaklaşmıyordum. biraz köpük geçti filmler bu yüzden ^_^

evde sıkılmadım. herkes beni evde sıkılacaksııınn! diye uyardı. bıktım bu herkes ve bilmişliklerinden zaten. carcar car. bu arada internetten ve bir yığın kitaptan "bebeniz size geliyor" bilgilerini okumadım. bence doğum, hamilelik ve püf noktaları hariç çocuk bakımı içgüdüsel doğal süreçler. bu kadar konuya yabancılaşıp çılgınlar gibi bilgiye gömülmenin bir manası olduğunu sanmıyorum. zaten iş başa geldi mi o bilgiler bir anda uçuveriyor. ha hiç mi bilgiye saygım yok, elbette ki var. az ve öz almaya çalıştım sadece.  bilgi kirliliği beni ürküttü o kadar. bir tek kitap okudum bu dönemde o da son haftalarda evde kaldığım zamanlarda hımm güzel fikir dediğim anneanne usullerini yeniden popüler yapan Harvey Karp'ın Mahallenin En Mutlu Bebeği idi. Bence orijinalinden okunması daha iyi zira çevirisini çok iyi bulmadım kitabın. yine de bence baş ucu eseri. ikinci baş ucu eseri de anneniz. ama sanırım herşeyden önemlisi  kendi iç güdülerim. ben artık bir anneyim ve sakin serin kanlı olduğumda bu bebişe bakacak donanıma sahibim. kilit nokta cidden sakin kalabilmek, o pek kolay olmuyor çünkü :)

16 Şubat 2012 Perşembe

kıpırcan

taaa 18-19. haftama dönmek istiyorum.yani en azından anlatmak, dönmek de şu an ki tekmeler bakımından fena olmazdı aslında >^_^<

şimdi söyle bir batıl düşünce var; bebeğin ilk hareketini hissettiğinde karşında kim varsa ona benzer! (tabi bir de en çok kime bakarsan kromozomları hiçe sayan mantık var ki akıllara biraz zarar) Ben bebeğimin ilk hareketini hamileliğim içindeki son yurtdışı toplantımda hissettim. eğer hissettiğim anda çevremde olanlara benzerse hakikaten tatsız bir durum olabilir. başkan bir honkonglu idi, iki yanım afrika'nın güzide ülkelerinden temsilcilerle çevrilmişti. görebildiklerim ve civarımdakiler ülkem insanlarına pek de benzemeyen fiziksel özelliklere sahiptiler. umarım bilim daha baskındır ve genlere göre şekillenir bebişim. hayır biz de bulunmaz hint kumaşı değiliz de bebeğimin bakıcısı gibi dolaşmanın bir alemi yok (aman sağlıklı olsun da, cidden ama ya allah sağlık versin de lafite ediyorum =P).

neyse. toplantı esnasında bir anda içimden bir kabarcık çıkacak gibi hissettim. daha doğrusu sanki gaz hareketi oldu da içimde bi patladı gibiydi. önce allaaaah bittim ben bu gazsa şuracıkta 154 ülke temsilcisini doğal gaz çıktısına maruz bırakıp telef edeceğim sonra da tüm dünya haberlerinde gündeme geleceğim diye tırstım. bi sağıma soluma bakındım ama gaz değildi. o an birden bi tuhaf oldum. "ayyy bu minik gaz topaaaa benim bebiiiimm" gibi ürpertili bir haz duydum. Ürperti kaçınılmazdı çünkü gerçekten garip hissetmiştim, insanın içinde sadece kendi iç organlarının olmadığını bilmek, başka bir hayatı ve onun vücudunu taşıdığını fark etmek bir anda algılanıp kabullenilebilen bir şey değil bence. iyi bir tuhaflık bu ama.

işte bu sürece her zaman bizim eküriyi dahil etmek istedim. sonuçta bu ikimizin parçası sadece benim değil ve onun "hop hamileyim hoop işte de bebeeeek" arasında olaya yabancı ve uzak kalmaması için, hatta biraz da kendi yaşadıklarımı paylaşmak amacıyla, onu bazen kendi isteğiyle bazen sürükleyerek bu sürece ekledim. evet sürünerek zorladığım oldu, karnımdaki hareketleri kabullenmesi benden daha zor oldu, ilkinde ürktü. bu nedenle daha da alıştırmaya çalıştım. yani sadece kendimi alıştırmadım, annelik böyle bişi demek ki...=) bazı erkeklerin bunu ileride göbek daha da büyüdüğünde, hareketleri görmenin daha mümkün olduğu zamanlarda sindirmeleri daha da zorlaşıyor. ama ben bile bazen sadece fazla göbek yaptığımı düşündüğüme göre, bebişi görmeden göbeğimle çok rahat konuşabilen annelerden olamadığım dikkate alındığında, babadan da fazlasını göstermesini beklemiyorum.

çok romantik bir hamile olmasam da, bebiş hareket ettiğinde varlığı beni rahatlatıyor. hareket etmezse, biraz karnım ağrırsa gerilmeye başlıyorum. hele ona zarar verdiğimi düşündüğümde, stres olduğumda kendimi hiç umursamadan onu düşünerek hemen rahatlamaya çalışıyorum. hareketleriyle cidden benden ayrı gibi değil de benim bir uzantım cidden bir parçam olduğunu sanıyorum. ben bir şeyler dinlerken, bazen dans ederken bana eşlik ediyormuş gibi geldiği oluyor.

içinde bir şeyin canlanması ve hareket etmesi gerçekten kadınlara bahşedilmiş bir mucize sadece bazen sıradan hayatta mucizeler gözardı edilebiliyor. ama yalnız kaldığınızda, gece uzandığınızda ya da sizin yediğiniz bir şeye, hissettiğiniz bir duyguya içinizdeki küçük şey tepki verdiğinde bir anda dünyadan, sıradanlıktan diğer kıvır zıvırdan sizi uzaklaştırabiliyor.


ha buarada makat pozisyonunda durduğundan o sevimli tekmeler, judo tekvando çalışmalarına dönmeye başladı. sürekli alt bölgemi tekmeleyerek, yatar ya da yürür pozisyonda nefesimin kesilmesine sebep olabiliyor. hayır biz de babygirlümüzün bale papuçlarının yanında sıkı bir savunma ustası olmasını istiyoruz da şimdiden çalışamlara başlayacağını düşünmemiştim. hayallerim konusunda dikkatli olmalıyım sanırım.

8 Şubat 2012 Çarşamba

allons ensemble decouvrir ma liberte

geceleri uyku cidden zor olmaya başladı ^_^ ağırlaştım diyeceğim ama yani hem ağır çekimde yaşıyor gibiyim hem de cidden ağır bir insan oldum. en son bir buçuk hafta önce doktora gittiğimde 13 kiloyu homur homur almışım yahu. adamcağız "aslında son bir kilo hakkın kaldı son iyi ay için" gibi bir cümle sarfetti ki yalan olduğunu ikimiz de biliyorduk bence.

sorunum kilo almaktan çok bir den fazla kilo almak oluyor. durup durup bir anda hop 3-4 kilo alıveriyorum. şimdi dikkat ediyorum diyemicem yalan biraz, ama en azından yürüyüşlerimi aksatmamaya çalışıyorum. tüm gün oturup sonra yürümek cidden zor oluyor. sorun zaten oturmam ve pis boğaz şeklinde canım istemese de yiyip durmam. sıkılıyorum heralde oturmaktan.

cidden tek derdim hareket edemicek durumda olmamam ve doğum esnasında sıkıntı çekmemem. tamam dombilibuu olmak da çok tatlı değil ama olsun. özellikle hatta inatla dar dar giyiyorum, hep dediğim gibi yardım çadırı görüntüsü yaratmaktan hoşlanmıyorum. bol giyince acayip geniş görülüyor, dar giyince de bazı münasebetsizler ayyyyy çok mu kilolu bebek gibi saçını başını yoldurup ağzına tıktırma isteği uyandıran sinir laflar ediyorlar. hayır sağlıklı olsun da kilosunu iyi alsın n'olucak? sanki böyle sesini alçaltıp kafasını gizli bişi söyleyecekmiş gibi sana doğru eğilip bir sıkıntı varmış havası yaratarak söylenince iyi bişi mi yapıyorsun? insanın asabını bozuyor. haa kilolu desem nolcak? napıcan? bebeği diyete mi sokucan teyze ya. bilmiş cadalozlar.

zaten bu dönemlerde evlilik dönemlerinde olduğu gibi en sinir uçlarınıza dokunan şey herkesin bir çok haltı biliyor olması. ya bir şeye ihtiyacım olursa merak edersem sorarım. gereksiz biligiler hatta gereksiz yanlış bilgiler ansiklopedisi gibi açılıp açılıp ne duruyorsunuz be. ben zaten aklıma bir şey gelirse ya da senin vucüdunun yaşadığı durumu - herkesin farklı farklı tecrübeleri var- öğrenmek istersem sana sorularımı yöneltirim. her gördüğünde karnımı mıncırıp şimdi sen bunu yaşıyorsundur kehanetlerinde bulunmaları hakkat ifrit ediyor. bi de bu karın kamu malı değil benim göbeğim hala ya. bir parçam benim. böyle seviyorum işte başka insanları

4 Şubat 2012 Cumartesi

geldim geldim hatta yettim

uzun zamandır kurumdaki sınavım nedeniyle yazamadım. bu süreç benim için yorucu geçti. öncelikle herkes harala gürele çalışırken ben işten eve geldiğimde sadece yarım saat yürüyüşüşe, yemek yemeğe ve horul horul uyumaya vakit ayırabiliyordum. başlarda bu bende ciddi stress kaynağı oldu. iş yerinde amirimin beni gereksiz germesi de üstüne baharatlarını ekip iyice körükledi. anlayamadığım şekilde önce ellerim kaşınmaya sonra da ayaklarım kırmızı minik benekler eşliğinde kaşınmaya başladı. zaten alerjik bir bünye olduğumdan başlarda çok da fazla ne oluyor ya diye düşünmemişti. binik kırmızı benekler hafif kabartılı olup ben geceleri kart kurt kaşınmaya başlayınca önce kendi doktorumla konuştum ve ardından dermatoloğa gittim. el ve ayaklarımda "egzama" çıkardığımı söyledi. O_o

hiç hayatımda egzama olamıştım mı nedir neyse artık. doktor hafif kortizonlu bir kremle yanında iki tane zararsız krem verdi. tabii ki kortizonlu kremi kullanmamamk için bir hafta direndim. doktorun bana söylediği "farkında olmadan vücudunu çok üzmüşsün" sözü beni baya etkiledi. doktorun ofisinden çıktığımda gözlerim dolmuştu ben bunu kendime ve bebeğime neden yaptım ki diye. yine kendi doktoruma, doktor olan dayıma ve tekrar dermatoloğa ilacı kullanmamın zararını sordum. cilt doktoru çorap söküğü gibi devamının gelebileceğini önüne geçilmesi gerektiğini söyledi, ayrıca hepsi el ve ayaktan emilimin ve kana karışmanın çok çok az olduğunu bebeği etkilemeyeceğini söylediler. bunun üstüne incecik bir tabaka halinde mümkün olduğunca az şekilde 3-4 gün kullandım kortizonlu kremi, diğerlerini daha uzun süre kulandım. sanırım en önemli o andan itibaren give damn' shit şeklinde umursamıyorum hiçbir şeyi en önemli benim düşüncesine sahip oldum.  =) başkalarının beni kendi stressleriyle germelerine de izin vermeseydim daha mutlu olacaktım. heralde baı arkadaşlarımdan bira uzaklaşmama neden oalcak şekilde kıstırıldım. bu diğer blogun konusu insanlardan nasıl soğudumu kendi dertlerini hele hele 7 aylık hamile bir hatuna yüklemelerindeki sıkıntıyı orada bilahere anlatacağım sanırım. kimse kötü olduğundan değil ama sanırım ciddi şekilde ben merkezcilik var. neyse

sonuçta ben bir hafta iznimi aldım kafama göre az biraaz çalıştım ve iş yerinden de uzak durmuş oldum. egzama sorununu çok şükür çözebildim böylece. ama olan yazılı sınav sonucuma oldu =D doğal olarak ehhh bir başarı elde ettim. şimdi bunun da nedenleri şöyle ki sınava hazırlanırmış gibi yaptığım ve topluca eğitim aldığımız 3 hafta boyunca oturmam gerekti. bu bende dikkat dağınıklığı, konsantre olamamamın yanı sıra fiziksel sıkıntılara yol açtı. tüm gün boyunca çok fazla oturmak geceleri uyurken ağrılara neden oldu, kabızlık da cabasıydı. asıl sınavda yaşadığım şeyler komediydi. sınav sabah 9.30'dan akşam altıya kadar sadece bir saat ara verilen uzuun bir maratondu. çok yoruldum kan dolaşımım iptal oldu, öne eğilip yazmaya çalışınca kızım artık dayanamayıp tekmeyi bastı ki saatler geçtikçe onun da gerildiğini hissettim. bu durumdayken bir de yazdığım kompozisyonlara dikkat etmeye çalışıyordum. ama cümleye başlaşıp kafamı kaldırıp geri baktığımda neden öyle başladığımı hatırlayamıyordum. cümlelerin özne yüklem uyumları olduğundan bile şüpheliyim.

relaxin hormonum sayesinde bana sonradan bi gevşeme geldi, tamam azcık saftirik oldum, kafayı toparlayamıyorum, cidden sakarım, kikir kikir gülüyorum ama böyle bi genişlik hasıl oldu. sanırım bu sayede sözlü kısmında sınavın hakikaten tavan yaptım. sözlü sonucum cidden baya başarılıydı ki hop zıp üst sıralara fırladım ama yazılıdaki yetersizlikle top olamadım hahaha çok da umrumdaydı, valla allah relaxinden razı ossun

her yer buz, kar kış demiyorum -20 ve buz diyorum ya. penguen gibi yürüyorum panik panik, kalın giyinip iyice dobişko görünüyorum. kazasız belasız şu soğuğu atlarısam herşey güzel olacak. 33 yılın en soğuk kışı geyikleri havada uçuşuyor, onu bunu bilmem de çocukluğumdan beri bu kadar kar yağmamıştı yahu. tabi benim gibi 81 kuşağı her türlü bedeviliğe hazırdır. çift girilen sınavlar gibi. olsun ya evden daralmak dışında çok da kendimi kısıtlamıyorum.